VII. Online Müzayede'de yer alan tüm resimler Yüksek Ressam/Restoratör BAYRAM KARŞİT tarafından ekspertiz edilip onaylanmıştır.
VII. Online Müzayede 13 ŞUBAT CUMARTESİ günü saat 15:00'dan itibaren CANLI olarak devam edecektir. Her lotun ekranda kalma süresi 30 saniyedir. Lotlar sıra ile satışa çıkacak ve son 10 saniyede teklif gelmesi halinde her lot 20 saniye daha uzayacaktır.
ALİ TOY
Makili-Kufi Hat ile "Maşaallah" yazılı. İmzalı. 2009 tarihli. 70x70 cm
"1960 senesinde Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde dünyaya geldi. Tavşanlı Tunçbilek Lisesi’nden mezun olduktan sonra eğitimine İstanbul Teknik Üniversitesi'nde devam etti. Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Yıldız Üniversitesi’nde Röleve-Restorasyon dalında tamamladı. Öğrencilik yıllarında hat sanatına ilgi duymaya başlayan Toy, 1985 senesinde Prof. Dr. Ali Alparslan ile tanışarak talik hat üzerine dersler aldı. Talik hattan 1988 senesinde icazet alan Toy, 1988-1992 yılları arasında rika, divâni ve celi divâni hatları çalıştı. Hocası Prof. Dr. Ali Alparslan ile olan beraberlikleri, hocanın vefatı olan 2006 senesine kadar devam eden Toy’un hat eğitimi tam 21 sene sürdü.
Ali Toy; talik, divâni, celi divâni ve rika hatlarından başka şikeste, küfi ve mağribi hatları da araştırarak bu hatların birkaçından karma tasarımlar yazdı. Her çeşit klasik hattı, modern hattı ve çizgiyi eserlerinde başarıyla kullanan Toy’un yazdığı modern hatlar, mimarlık ve klasik hat eğitiminin kesişmesi sonucu ortaya çıkan eserlerdir. Ayrıca klasik hat tasarımlarında ve yeni arayışlarda Toy’un mimarlığının etkisi büyüktür. Yurt içinde ve yurt dışında birçok sergiye katılan ve 28 şahsi sergi açan Toy, IRCICA’nın düzenlediği 4 ayrı yarışmadan 6 ödül aldı. Çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde sürdüren ve özellikle talik, divâni ve modern hat eserleriyle dikkat çeken Ali Toy, modern hatlarda mimari tasarım bilgisi ve temel geometrik çizgileri kullanmaktadır.
2017 yılında "Geleneksel sanatların yeni nesil sanatçılar eliyle tekrar fark edildiği bir dönemde, olgunluk çağında modern mimari ile hat sanatını aynı güzellikte buluşturmayı başarması, tasarımlarındaki kendine has yalın, etkili ve dengeli üslubuyla geleneksel hat sanatımıza bir bakıma yeniden can suyu vermesi" sebebiyle 'Geleneksel Sanatlar' dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verildi."
Share
Ask a question
Ask a question
ALİ TOY
Tuğra formunda "Besmele". İmzalı. Hicri 1418/ Miladi 1997 tarihli. 60x72 cm. Tezhip: Emine imzalı, Hicri 1428 tarihli.
"1960 senesinde Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde dünyaya geldi. Tavşanlı Tunçbilek Lisesi’nden mezun olduktan sonra eğitimine İstanbul Teknik Üniversitesi'nde devam etti. Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Yıldız Üniversitesi’nde Röleve-Restorasyon dalında tamamladı. Öğrencilik yıllarında hat sanatına ilgi duymaya başlayan Toy, 1985 senesinde Prof. Dr. Ali Alparslan ile tanışarak talik hat üzerine dersler aldı. Talik hattan 1988 senesinde icazet alan Toy, 1988-1992 yılları arasında rika, divâni ve celi divâni hatları çalıştı. Hocası Prof. Dr. Ali Alparslan ile olan beraberlikleri, hocanın vefatı olan 2006 senesine kadar devam eden Toy’un hat eğitimi tam 21 sene sürdü.
Ali Toy; talik, divâni, celi divâni ve rika hatlarından başka şikeste, küfi ve mağribi hatları da araştırarak bu hatların birkaçından karma tasarımlar yazdı. Her çeşit klasik hattı, modern hattı ve çizgiyi eserlerinde başarıyla kullanan Toy’un yazdığı modern hatlar, mimarlık ve klasik hat eğitiminin kesişmesi sonucu ortaya çıkan eserlerdir. Ayrıca klasik hat tasarımlarında ve yeni arayışlarda Toy’un mimarlığının etkisi büyüktür. Yurt içinde ve yurt dışında birçok sergiye katılan ve 28 şahsi sergi açan Toy, IRCICA’nın düzenlediği 4 ayrı yarışmadan 6 ödül aldı. Çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde sürdüren ve özellikle talik, divâni ve modern hat eserleriyle dikkat çeken Ali Toy, modern hatlarda mimari tasarım bilgisi ve temel geometrik çizgileri kullanmaktadır.
2017 yılında "Geleneksel sanatların yeni nesil sanatçılar eliyle tekrar fark edildiği bir dönemde, olgunluk çağında modern mimari ile hat sanatını aynı güzellikte buluşturmayı başarması, tasarımlarındaki kendine has yalın, etkili ve dengeli üslubuyla geleneksel hat sanatımıza bir bakıma yeniden can suyu vermesi" sebebiyle 'Geleneksel Sanatlar' dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verildi."
Share
Ask a question
Ask a question
ALİ TOY
Modern/Kufi hat ile Allah yazılı, hicri 1421/ Miladi 2000 tarihli, imzalı, 30x28 cm
"1960 senesinde Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde dünyaya geldi. Tavşanlı Tunçbilek Lisesi’nden mezun olduktan sonra eğitimine İstanbul Teknik Üniversitesi'nde devam etti. Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek lisansını Yıldız Üniversitesi’nde Röleve-Restorasyon dalında tamamladı. Öğrencilik yıllarında hat sanatına ilgi duymaya başlayan Toy, 1985 senesinde Prof. Dr. Ali Alparslan ile tanışarak talik hat üzerine dersler aldı. Talik hattan 1988 senesinde icazet alan Toy, 1988-1992 yılları arasında rika, divâni ve celi divâni hatları çalıştı. Hocası Prof. Dr. Ali Alparslan ile olan beraberlikleri, hocanın vefatı olan 2006 senesine kadar devam eden Toy’un hat eğitimi tam 21 sene sürdü.
Ali Toy; talik, divâni, celi divâni ve rika hatlarından başka şikeste, küfi ve mağribi hatları da araştırarak bu hatların birkaçından karma tasarımlar yazdı. Her çeşit klasik hattı, modern hattı ve çizgiyi eserlerinde başarıyla kullanan Toy’un yazdığı modern hatlar, mimarlık ve klasik hat eğitiminin kesişmesi sonucu ortaya çıkan eserlerdir. Ayrıca klasik hat tasarımlarında ve yeni arayışlarda Toy’un mimarlığının etkisi büyüktür. Yurt içinde ve yurt dışında birçok sergiye katılan ve 28 şahsi sergi açan Toy, IRCICA’nın düzenlediği 4 ayrı yarışmadan 6 ödül aldı. Çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde sürdüren ve özellikle talik, divâni ve modern hat eserleriyle dikkat çeken Ali Toy, modern hatlarda mimari tasarım bilgisi ve temel geometrik çizgileri kullanmaktadır.
2017 yılında "Geleneksel sanatların yeni nesil sanatçılar eliyle tekrar fark edildiği bir dönemde, olgunluk çağında modern mimari ile hat sanatını aynı güzellikte buluşturmayı başarması, tasarımlarındaki kendine has yalın, etkili ve dengeli üslubuyla geleneksel hat sanatımıza bir bakıma yeniden can suyu vermesi" sebebiyle 'Geleneksel Sanatlar' dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü verildi."
Share
Ask a question
Ask a question
FUAD BAŞAR
Mekke Minyatürlü Sülüs Nesih Hilye-i Şerif. İmzalı. Hicri 1418/ Miladi 1997 tarihli. Hattatın 120 numaralı hilyesi. 62x42 cm
"1953 yılında Erzurumda doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini tamamladıktan sonra memleketindeki Tıp Fakültesi'ne girdi. kendi ifadesine nazaran, 1976'da bir gün bir sahaf dükkanında gördüğü Mahmud Yazır Kalem Güzeli adlı eserinin etkisiyle hüsn-i hatta merak sarıp marangoz kalemiyle yazı meşkine başladı. Yine aynı kitapta gördüğü ebrulardan da etkilenen sanatkar, yeni yayınlanmış olan Ebru kitabının yazarı Uğur Derman ile iletişime geçerek, Hamid Aytaç’tan mektup yoluyla sülüs ve nesih meşkine başladı. Ayrıca üstad Mustafa Düzgünman'dan da aynı şekilde ebru sanatının inceliklerini öğrenmeye çalıştı.
Ancak kendi çabaları ile yaptığı denemelerden istediği sonucu alamıyordu. Nihayet içindeki sanat aşkına engel olamayınca staj aşamasında fakülteyi terkederek 1980’de İstanbul'a yerleşti. İlk işi Hamid Aytaç'tan yazı meşkini tamamlamak oldu. O senenin 10 Eylül günü icazet aldı. Ancak öğrenci kabul etmeyen Mustafa Düzgünman'dan 1989'da ebru icazeti alabildi.
İcazet aldığı tarihlerden itibaren profesyonel hattat ve ebrucu olarak hayatını sürdürmekte olan Fuat Başar, yazı sanatında dünya çapında, ebru sanatında ülke çapında önemli sanatcılar yetişdirdi. 100’ün üzerinde yurt içi ve yurt dışı karma ve ferdi sergiler açtı. Özellikle ebru fizikokimyası başta olmak üzere ebrunun her yönü ile ilgili araştırmalarını sürdürmektedir."
Share
Ask a question
Ask a question
FUAD BAŞAR
Celi Sülüs yazı ile ayet-i kerime yazılı,31x41 cm imzalı, " Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik" . Hicri 1421/Miladi 2000 tarihli.
"1953 yılında Erzurumda doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini tamamladıktan sonra memleketindeki Tıp Fakültesi'ne girdi. kendi ifadesine nazaran, 1976'da bir gün bir sahaf dükkanında gördüğü Mahmud Yazır Kalem Güzeli adlı eserinin etkisiyle hüsn-i hatta merak sarıp marangoz kalemiyle yazı meşkine başladı. Yine aynı kitapta gördüğü ebrulardan da etkilenen sanatkar, yeni yayınlanmış olan Ebru kitabının yazarı Uğur Derman ile iletişime geçerek, Hamid Aytaç’tan mektup yoluyla sülüs ve nesih meşkine başladı. Ayrıca üstad Mustafa Düzgünman'dan da aynı şekilde ebru sanatının inceliklerini öğrenmeye çalıştı.
Ancak kendi çabaları ile yaptığı denemelerden istediği sonucu alamıyordu. Nihayet içindeki sanat aşkına engel olamayınca staj aşamasında fakülteyi terkederek 1980’de İstanbul'a yerleşti. İlk işi Hamid Aytaç'tan yazı meşkini tamamlamak oldu. O senenin 10 Eylül günü icazet aldı. Ancak öğrenci kabul etmeyen Mustafa Düzgünman'dan 1989'da ebru icazeti alabildi.
İcazet aldığı tarihlerden itibaren profesyonel hattat ve ebrucu olarak hayatını sürdürmekte olan Fuat Başar, yazı sanatında dünya çapında, ebru sanatında ülke çapında önemli sanatcılar yetişdirdi. 100’ün üzerinde yurt içi ve yurt dışı karma ve ferdi sergiler açtı. Özellikle ebru fizikokimyası başta olmak üzere ebrunun her yönü ile ilgili araştırmalarını sürdürmektedir."
Share
Ask a question
Ask a question
FUAD BAŞAR
"Maşaallahlı Karalama", imzalı, hicri 1411 / miladi 1991 tarihli, 40x40 cm
"1953 yılında Erzurumda doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini tamamladıktan sonra memleketindeki Tıp Fakültesi'ne girdi. kendi ifadesine nazaran, 1976'da bir gün bir sahaf dükkanında gördüğü Mahmud Yazır Kalem Güzeli adlı eserinin etkisiyle hüsn-i hatta merak sarıp marangoz kalemiyle yazı meşkine başladı. Yine aynı kitapta gördüğü ebrulardan da etkilenen sanatkar, yeni yayınlanmış olan Ebru kitabının yazarı Uğur Derman ile iletişime geçerek, Hamid Aytaç’tan mektup yoluyla sülüs ve nesih meşkine başladı. Ayrıca üstad Mustafa Düzgünman'dan da aynı şekilde ebru sanatının inceliklerini öğrenmeye çalıştı.
Ancak kendi çabaları ile yaptığı denemelerden istediği sonucu alamıyordu. Nihayet içindeki sanat aşkına engel olamayınca staj aşamasında fakülteyi terkederek 1980’de İstanbul'a yerleşti. İlk işi Hamid Aytaç'tan yazı meşkini tamamlamak oldu. O senenin 10 Eylül günü icazet aldı. Ancak öğrenci kabul etmeyen Mustafa Düzgünman'dan 1989'da ebru icazeti alabildi.
İcazet aldığı tarihlerden itibaren profesyonel hattat ve ebrucu olarak hayatını sürdürmekte olan Fuat Başar, yazı sanatında dünya çapında, ebru sanatında ülke çapında önemli sanatcılar yetişdirdi. 100’ün üzerinde yurt içi ve yurt dışı karma ve ferdi sergiler açtı. Özellikle ebru fizikokimyası başta olmak üzere ebrunun her yönü ile ilgili araştırmalarını sürdürmektedir."
Share
Ask a question
Ask a question
FUAD BAŞAR
"Karalama", imzalı, hicri 1410 /miladi 1990 tarihli, 40x45 cm
"1953 yılında Erzurumda doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini tamamladıktan sonra memleketindeki Tıp Fakültesi'ne girdi. kendi ifadesine nazaran, 1976'da bir gün bir sahaf dükkanında gördüğü Mahmud Yazır Kalem Güzeli adlı eserinin etkisiyle hüsn-i hatta merak sarıp marangoz kalemiyle yazı meşkine başladı. Yine aynı kitapta gördüğü ebrulardan da etkilenen sanatkar, yeni yayınlanmış olan Ebru kitabının yazarı Uğur Derman ile iletişime geçerek, Hamid Aytaç’tan mektup yoluyla sülüs ve nesih meşkine başladı. Ayrıca üstad Mustafa Düzgünman'dan da aynı şekilde ebru sanatının inceliklerini öğrenmeye çalıştı.
Ancak kendi çabaları ile yaptığı denemelerden istediği sonucu alamıyordu. Nihayet içindeki sanat aşkına engel olamayınca staj aşamasında fakülteyi terkederek 1980’de İstanbul'a yerleşti. İlk işi Hamid Aytaç'tan yazı meşkini tamamlamak oldu. O senenin 10 Eylül günü icazet aldı. Ancak öğrenci kabul etmeyen Mustafa Düzgünman'dan 1989'da ebru icazeti alabildi.
İcazet aldığı tarihlerden itibaren profesyonel hattat ve ebrucu olarak hayatını sürdürmekte olan Fuat Başar, yazı sanatında dünya çapında, ebru sanatında ülke çapında önemli sanatcılar yetişdirdi. 100’ün üzerinde yurt içi ve yurt dışı karma ve ferdi sergiler açtı. Özellikle ebru fizikokimyası başta olmak üzere ebrunun her yönü ile ilgili araştırmalarını sürdürmektedir."
Share
Ask a question
Ask a question
FUAD BAŞAR
"Lale Ebrusu". İmzalı. Hicri 1416/ Miladi 1995 tarihli. 55X41 cm
"1953 yılında Erzurumda doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini tamamladıktan sonra memleketindeki Tıp Fakültesi'ne girdi. kendi ifadesine nazaran, 1976'da bir gün bir sahaf dükkanında gördüğü Mahmud Yazır Kalem Güzeli adlı eserinin etkisiyle hüsn-i hatta merak sarıp marangoz kalemiyle yazı meşkine başladı. Yine aynı kitapta gördüğü ebrulardan da etkilenen sanatkar, yeni yayınlanmış olan Ebru kitabının yazarı Uğur Derman ile iletişime geçerek, Hamid Aytaç’tan mektup yoluyla sülüs ve nesih meşkine başladı. Ayrıca üstad Mustafa Düzgünman'dan da aynı şekilde ebru sanatının inceliklerini öğrenmeye çalıştı.
Ancak kendi çabaları ile yaptığı denemelerden istediği sonucu alamıyordu. Nihayet içindeki sanat aşkına engel olamayınca staj aşamasında fakülteyi terkederek 1980’de İstanbul'a yerleşti. İlk işi Hamid Aytaç'tan yazı meşkini tamamlamak oldu. O senenin 10 Eylül günü icazet aldı. Ancak öğrenci kabul etmeyen Mustafa Düzgünman'dan 1989'da ebru icazeti alabildi.
İcazet aldığı tarihlerden itibaren profesyonel hattat ve ebrucu olarak hayatını sürdürmekte olan Fuat Başar, yazı sanatında dünya çapında, ebru sanatında ülke çapında önemli sanatcılar yetişdirdi. 100’ün üzerinde yurt içi ve yurt dışı karma ve ferdi sergiler açtı. Özellikle ebru fizikokimyası başta olmak üzere ebrunun her yönü ile ilgili araştırmalarını sürdürmektedir."
Share
Ask a question
Ask a question
Prof. SÜLEYMAN BERK
Etrafı ebru süslemeli "VAV Kompozisyon".İmzalı. 70x70 cm. Hicri 1423/ Miladi 2002 tarihli
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
ERVAND DEMIRDJIAN (1870-1936)
"Eski Kahire'de Sokak". İmzalı. 45x32 cm. Tuval üzeri yağlıboya
"Yervant (Ervand) Toros Demirciyan, 24 Mayıs 1870’te, çocukluğunu geçirdiği İstanbul’un Yenikapı semtinde doğdu. Ailesi, babası annesi, bir ağabeyi, üç kız kardeşi ve kendisinden oluşuyordu. Büyükbabası Kumkapı’da bir demirciydi dolayısıyla soyadları Demirciyandı.
İlk eğitimini Yenikapı Arakelots Ermeni Mektebinde bitirdikten sonra, İstanbul’da yeni kurulan Güzel Sanatlar Okulu’na (Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane) girdi ve onur derecesiyle mezun oldu. 1893’te, bir Ermeni entelektüel olan Arshag Tchobanyan’ın (1872-1954) teşvik ve eşliği ile Paris’e gitti ve ressam Jean-Paul Laurens’in (1838-1921) ve aynı zamanda ünlü oryantalist Benjamin Constant’ın öğrencisi olarak “Academie Julian”a kaydoldu.
Modern Mısır’ın ilk sanat grubu olan Circle of Artists’in yıllık sergilerinin bazılarına katıldı. 1901’de Khorenyan (günümüzde Kalousdyan – Nubaryan) oklunda öğretmen oldu. Verdiği özel derslerde ilerleyen yıllarda Mısır’ın Modern Sanat akımının kurucusu avant-garde Diran Garabedyanı (1882-1963) yetiştirdi.
Modern Mısır tarihindeki ilk Ermeni Mısırlı profesör ressam olan Demirciyan, eski Kahire ve Nil’in sosyal sahnelerinde ustalaştığı oryantalist konuları ile ölümsüzleşmiştir.(Kaynak: İra Tzourou)
Share
Ask a question
Ask a question
REBELLO GAMELLA (1914-1990)
"Harem".İmzalı.Sevilla ibareli.26x19 cm.Tuval üzeri yağlıboya
Share
Ask a question
Ask a question
ARAM BAKALİAN (1878-1959)
"III.Ahmed Çeşmesi-İstanbul". İmzalı. 35x26 cm. Tuval üzeri yağlıboya (ahşapa marufle)
"Osmanlı dönemi, İstanbullu Ermeni ressam Aram Bakalian (d.1878, İstanbul - ö.1959, Paris)"
Share
Ask a question
Ask a question
DORK ZAKARİAN (1870-1940)
"Peyzaj".2 adet. A: imzasız B: imzalı.22 x33 cm. Karton üzeri pastel.
Share
Ask a question
Ask a question
ZİYA KESEROĞLU (1906-1973)
"Kompozisyon".İmzalı. 40x62 cm. Tuval üzeri yağlıboya (duralite marufle)
"27 Haziran 1906’da İstanbul’da doğdu, 9 Ağustos 1973’te aynı kentte öldü. İlk ve ortaöğreniminden sonra 1922’de Güzel Sanatlar Akademisi’ne (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi) girdi. Önce Hikmet Onat’ ın sonra İbrahim Çallı’nm atölyelerinde çalıştı, 1930’da mezun oldu. 1932’de kısa bir süre için Viyana’ya gitti. Aynı yıl Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’ne katıldı ve bir dönem birliğin başkanlığını yaptı. 1946’dan başlayarak İstanbul Yüksek Teknik Okulu (sonra İstanbul Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi, şimdi Yıldız Üniversitesi) Mimarlık Bölümü’nde resim öğretmeni olarak çalıştı.
Keseroğlu, ilk çalışmalarında Bonnard ve Corot etkisi ile izlenimci (empresyonist) bir tutum ortaya koymuştur. Resimlerinde rahat, ancak özenli bir fırça işçiliği ile başarılı renk uyumları göze çarpar. Giderek kendi özgün üslubunu geliştirmiş, renk ve biçimle daha az ilgilenerek nesnelerin plastik değerlerine ağırlık vermiştir. Ayrıca bu dönemde az sayıda rengin değer ve uyumlarını kullanmaya özen göstermiştir. Doğayı betimleyişinde şiirsel bir anlatım vardır. Biçimleri sağlam, kompozisyonuhareketlidir.Tümüy-le lirik ve duyarlı bir etki uyandırırlar. Zaman zaman fovist ve dışavurumcu üslupla yaptığı resimleri ise lekeci, renkçi kompozisyonlardır. Lirik bir atmosferin egemen olduğu kişisel üslubuyla daha çok natürmortlar ve manzaralar yapmıştır."
Share
Ask a question
Ask a question
MUHSİN KUT (d.1938)
"Virane Evler", imzalı, 1968 tarihli, tuval üzeri yağlıboya, 46x56 cm
" İlk resim sergisini 1959 yılında Taksim Meydanı’nda açtı. 1964-1969 yılları arasında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Seramik Bölümü’nde okudu ve oradan mezun oldu. Akademi içinde 1967 yılında Uluslararası Barış Şenliği Resim birincilik ödülü ile Ahmet Andiçen Seramik birincilik ödülünü kazandı. Akademide öğrenci iken Sabri Berker’in önerisi ile Beşiktaş Resim Heykel Müzesi Milli Koleksiyonu’na eseri kabul edilmiştir.
1987 yılı Tekel Resim yarışmasında birincilik ödülü alan sanatçının resimleri İstanbul ve Ankara Resim ve Heykel Müzeleri’nde, Avustralya’da Broken Hill Belediye Müzesi’nde, New York Üniversitesi Abby Grey Koleksiyonunda, İstanbul Modern’de, ayrıca yurtiçi ve yurt dışında birçok önemli koleksiyonda bulunmaktadır. İnsansız sokakları , özgün, tipik binaları, renkçi anlayışı ve özgün boya kullanımıyla hala eserlerini üretmeye devam etmektedir."
Share
Ask a question
Ask a question
TURGUT ATALAY (1918-2004)
"Köylü Kızı". İmzalı. 58x48 cm.1981 tarihli. Ahşap üzeri yağlıboya. Arkası ithaflı ve imzalı ( Çok Sayın Yılmaz Bey'e. 1988)
"1936-1945 arasında Nazmi Ziya, İbrahim Çallı ve Leopold Levy atölyelerinde sanat öğrenimi gördü. İki yıl R. Belling’in yanında heykel etütleri yaptı. 1940’da Yeniler (Liman Ressamları) Grubunun kuruluşuna katıldı. 1946’da Paris’te düzenlenen uluslararası bir sergiye (UNESCO) yapıtlarıyla girdi.
Aralıklı olarak dört yıl resim öğretmenliği yaptıktan sonra, tiyatro ve opera dekoratörü olarak uzun yıllar çalıştı. Ressam ve Heykeltıraşlar Derneği’nin yurt içinde ve dışında düzenlediği sergilere katıldı. 1964’te Akademi Sanat Ödülünü kazandı. Resimlerinde klasik etüt birikimlerinin oluşturucu etkileri egemendir. Figür kaynaklı sanat anlayışının sürdürücüleri arasında yer alır."
Share
Ask a question
Ask a question
19.YY ORYANTALİST TABLO
"Tophane". Anonim. 19.yy. 41x62 cm.Karton üzeri yağlıboya. Not: Sanat kalitesi, kondüsyonu, ebadı ve belgesel nitelik taşıması ile müzelik bir eserdir.
Share
Ask a question
Ask a question
ENRIQUE SIMONET LOMBARDO (1863-1927)
"Cafe Maure a Tanger".İmzalı. 30x45 cm. Ahşap üzeri yağlıboya.İspanyol Ekolü. Not: Dünyaca ünlü Fransız müzayede evi MİLLON'dan edinilen eser yüksek sanat kalitesi ve zengin kompozisyonu ile koleksiyonluk bir tablodur.
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
MİM SARIM (1886-1929)
"Eski İstanbul Sokağı", imzalı, Tuval üzeri yağlıboya, Hicri 1322/ Miladi 1904 tarihli, 46x32 cm
Share
Ask a question
Ask a question
SAMİ YETİK (1878-1945)
"Bebek Cami", imzalı, 1943 tarihli, kontraplak üzeri yağlıboya, 21*28 cm
"Türk empresyonist ressam Sami Yetik 1878’de İstanbul’da doğdu. Resim eğitimini Kuleli Askeri Lisesi’nde Osman Nuri Paşa, Mekteb-i Harbiye’de Hoca Ali Rıza ve Sanayi-i Nefise Mektebin’de Salvatore Valeri, Zarzecki gibi önemli ressamlardan aldı. Sanatçı 1910 yılında gittiği Paris’te Académie Julian’da Jean Paul Laurens’in öğrencisi olmuştur.
1912 yılında yurda döndükten sonra çeşitli okullarda resim öğretmenliği yapmıştır. 1917 yılında açılan Şişli Atölyesi’nde 1914 Kuşağı ressamlarıyla birlikte savaş temalı resimler yapmıştır. 1940 yılında Ressamlarımız isimli bir kitabı yayınlanmıştır.
Kalın boya dokusu, geniş fırça vuruşları, ışıklı renk tonlamaları ile empresyonist bir üslupla yaptığı resimlerinin ana temasını İstanbul, Ankara, Bursa ve Edirne’den yaptığı peyzajlar oluşturmuştur. Beykoz, Yuşa Tepesi, Hisarlar, Sarıyer, Maçka, İstinye, Yedikule betimlemeleri sanatçının İstanbul görünümlerinden bazılarıdır.
1914 yılında 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ile yurt dışı eğitiminden dönen Sami Yetik, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Ali Sami Boyar ve Namık İsmail gibi ressamlar, Şişli Atölye’sinde toplanarak savaş temalı resimler yapmışlar ve bu resimler ilk kez 1918 yılında Galatasaraylılar Yurdu’nda daha sonra Viyana’da sergilenmiştir.1910 yılı civarında Avrupa sınavını kazanarak yurt dışına resim eğitimi için gönderilen ve 1914 yılında yurda geri dönen Şişli Atölyesi ressamları, 1914 Kuşağı veya Çallı Kuşağı adıyla anılan grubun üyelerindendir. Feyhaman Duran, Mehmet Ruhi Arel, Nazmi Ziya Güran ve Hüseyin Avni Lifij 1914 Kuşağı’nın diğer temsilcileridir."
Share
Ask a question
Ask a question
AVNİ LİFİJ (1886-1927)
Peyzaj, imzalı, kontraplak üzeri yağlıboya, 18*27 cm
"1906 yılında Hüseyin Avni Lifij, Fransızca öğretmeni İskender Ferit Bey sayesinde Ayasofya'da mimari çizimler yapmakta olan Fransız mimar Henri Prost ile tanışır. Henri Prost, resimlerini Müze Müdürü Osman Hamdi Beye götürmesini önerince Pipolu Otoportre adlı resmini Osman Hamdi Bey’e götürüp göstermiştir. Bu sırada Osman Hamdi Bey, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Müdürü ve Güzel Sanatlar Akademisi adını alacak olan mektebin de başındadır. Avni Lifij’in tamamen doğal bir yetenek ve amatör bir ruhla yaptığı bu resmi beğenen Osman Hamdi Bey, bundan sonra yaptığı resimleri kendisine göstermesini ister.
1908’de Osman Hamdi Bey’in Paris’e göndermek istediği öğrenci adayları listesinde, Hüseyin Avni Lifij’in de adı ve “Pipolu Otoportre resmi vardır. Bu resim Abdülmecid Efendi’nin beğenisine sunulur."Kadehli-Pipolu Otorportre" sayesinde yurtdışında yetkin bir sanat eğitiminin, Avrupa'nın ve başarılı bir sanat hayatının kapıları Avni Lifij'e açılacaktır.
Nihayetinde Abdülmecid Efendi’nin de onayı ile Hüseyin Avni’ye Avrupa’nın kapıları açılmış olur. Bir yıl kadar Sanayi-I Nefise’de süren bir eğitimden sonra 1909 yılında Paris’e giderek “I’Ecole Nationale Speciale des Beaux-Art”dan kurları izleme belgesi alarak Cormon Atölyesi’nde resim çalışmalarına başlar. Bu atölyede kendisinden önce gelen veya sonra gelip kayıt olan İbrahim Çallı, Feyhaman Duran , Hikmet Onat, Nazmi Ziya Güran , Namık İsmail gibi ressamlarla birlikte Paris’te birçok faaliyetlerde bulunur. Cormnon’un atölyesine gelen Türk Ressamlarının pek çoğu izlenimci bir ressam olmaya meylederlerken kendisi daha çok simgeci ressamlara ilgi duymaya başlar. Bu nedenle Ressam Guillonnet ve Andre Lecomte Du Noüy ile dostluk kurarak serbest zamanlarında atölyelerine devam etti.
1912’de Paris’ten İstanbul’a dönmek zorunda kalmış ve İstanbul Sultanisi (İstanbul Erkek Lisesi)’nde resim öğretmeni olarak görev yapmaya başlamıştır. İki yıl sonra I. Dünya Savaşı çöıkmış Paris’te kalan diğer Türk ressamların hepsi de yurda geri dönmüşler ve Osmanlı Ressamlar Cemiyetini kurmuşlardır. Üstelik Paris’te eğitim gören bu ressamlar 1914 Çallı Kuşağı (Türk İzlenimcileri) olarak adlandırılacaklar ve H. A. Lifij de bu ressamlar içinde en yetenekli olanlardan birisi olarak dikkatleri çekeceklerdir.
1915'te Kandili İnas Sultanisi (Kandilli Kız Lisesi)'nde Fransızca öğretmenliği yapar. Paris’te Louvre Müzesi’nde Luca Giordano’nun “Mars ile Venüs” tablosunun Lifij tarafından yapılan kopyasının da bulunduğu koleksiyon Güzel Sanatlar Okulu’nda toplanarak; 1915 Ekim ayında sergilenir. 1916 yılı ilkbaharında 1. Galatasaraylılar Yurdu Resim Sergisi’ne iki resmi ile katılır. 1917 sonbaharında İstanbul'da Galatasaraylılar Yurdunda açılan "Savaş Resimleri ve Diğerleri" Sergisi'ne, 20 resim ile katılmıştır.
Bu sırada Enver Paşa’nın teşviki ile kurulan Şişli Atölyesine de resimler yaparak katılır. Şişli’de kurulan atölyede, Namık İsmail ve dönemin diğer ressamları, İbrahim Çallı, Feyhaman Duran , Hikmet Onat, Nazmi Ziya Güran , Hüseyin Avni Lifij, Sami Yetik', Şevket Dağ, Mehmet Ruhi Arel, Ali Sami Boyar gibi sanatçılar savaş konulu resimler yapmak üzere görevlendirilirler. Hüseyin Avni’de Şişli Atölyesi denilen bu atölyede savaş konulu bir çok resim yapacaktır.
Nitekim 1918’de Viyana'da sergilenen "Savaş Resimleri ve Diğerleri Sergisi"ne 18 resim ile katılır. İçinde sanatçının da beş eseri bulunan hükümete ait olan 56 adet tablo, Maarif Kurulunun 12. 3. 1921 tarihli mazbatası uyarınca "Resim Eserleri Koleksiyonu" tarafından alınır. Türk ressamlar Cemiyeti Tarafından düzenlenen 4. Galatasaray Resim Sergisi'ne üç resim ile ve aynı yıl kurulan Serbest "Resim Atelyesi"ndeki sergiye 7 poşad ve 1 eskizi ile dahil olmuştur.
1924’te Sanayi-i Nefise Mektebi Ali’si Tezyini Sanatlar öğretmenliğine atanır. Ölümüne kadar Sanayi-i Nefise Mektebi Ali’si Tezyiniye Muallimi olarak görevde kalır. Ancak bölümün ilk mezunlarını göremeden; 2 Haziran 1927’de Laleli’de Harikzedegan Apartmanı’ndaki odasında henüz 41 yaşında iken, hayata veda eder."
Share
Ask a question
Ask a question
AYETULLAH SÜMER (1905-1979)
"Sisli İstanbul". İmzalı.1957 tarihli. 27x35 cm. Duralit üzeri yağlıboya
“1905 yılında İzmir'de doğan Ayetullah Sümer, ilk ve orta öğrenimini bu şehirde gerçekleştirdikten sonra 1925 yılında Fransa’ya giderek Marsilya Ticaret Okulu'nda eğitimine devam etmiştir. Marsilya’da eğitimine devam ederken resim ile ilgilenmeye başlayan Sümer, 1927’de İzmir’e dönene kadar Marsilya Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'nda Théophile Bérengier’in resim atölyesine devam etmiştir. 1928 yılında İzmir Türk Ocağında ilk kişisel sergisini açan Sümer, burada tamamen sanatla ilgilenmeye karar verir. Aynı yıl devlet bursu alarak Paris'e gider.
Paris'te bulunduğu süre içerisinde Baudin'in atölyesinde fresk üzerine çalışmalar yapmıştır. 1929 yılında Türkiye’de Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği'nin kurulmasına öncülük eden Sümer, 1933’te Türkiye’ye dönene kadar geçen süreçte Paris’te dört sergi açmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul’a yerleşen sanatçı, 1938’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde fresk atölyesi kurarak 1971'de emekli olana kadar burada eğitim vermeye devam etmiştir.
1979 yılında İstanbul'da hayatını kaybeden Sümer, 1983'te "Akademinin Kuruluşunun 100. Yılı" kutlamaları kapsamında "Osman Hamdi Onur Ödülü'ne değer bulunmuştur. Ayetullah Sümer'in, başta Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde olmak üzere, resmi ve özel koleksiyonlarda pek çok eseri bulunmaktadır.”
Share
Ask a question
Ask a question
ALİ HALİL SÖZEL ( 1904-1974)
"Natürmort". 41x33 cm. 1940 tarihli. Tuval üzeri yağlıboya.
"Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi’ni bitirdikten sonra Paris’e giderek Devlet Güzel Sanatlar Akademi’sinde resim öğrenimini pekiştirmiştir. Yurda dönüşünde İstanbul’da orta öğrenim kurumlarında resim öğretmenliği yaptığı bilinmektedir. Ali Halil, kendinden önceki kuşakla başlayan ve 1914 kuşağı ressamlarınca yaygın biçimde tatbik edilen izlenimci anlayış doğrultusunda resimler yapmıştır. Bazı peyzajlarında babası Halil Paşa’da rastladığımız, görsel etkiler ve izlenimci yorum özelliklerinin, Ali Halil'i de etkilemiş olduğu iddia edilebilir. Daha çok, Boğaziçi görüntülerini içeren açık hava ressamlığı geleneğini devam ettiren Ali Halil'de, daha panoramik bir bakış ve resmin bütünlüğü adına ayrıntıdan ödün veren bir yaklaşım egemendir."
Share
Ask a question
Ask a question
CEVAT DERELİ (1900-1989)
Peyzaj, "Kayseri", imzalı, tuval üzeri yağlıboya duralite marufle, 33X46 cm
“İlk ve ortaöğrenimini tamamladıktan sonra Sanayi-i Nefise Mektebine giren Dereli, burada İbrahim Çallı atölyesine devam etti ve 1924 yılında mezun oldu. Yarışma sınavını kazanıp öğrenim için Paris’e gönderilen sanatçı, öğrenimini tamamlayıp yurda dönünce Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi resim öğretmen yardımcılığına atandı.
1933’de de Tıp fakültesi desinatörlüğüne atanan sanatçı, 1939’da Halkevleri Genel Merkezi tarafından Sinop’a gönderildi ve bu bölge ile ilgili sayısız peyzajlar yaptı. İlk dönemlerinde empresyonist bir tavırla realist kompozisyonlar üreten sanatçı çok sayıda natürmort ve peyzaj yaptı.
Müstakil Ressamlar ve Heykeltraşlar birliğinin kurucularından sayılan Cevat Dereli daha sonra (D) gurubuna katıldı. Resim ve Heykel Müzesinde, Milli Kütüphane koleksiyonunda, birçok özel ve resmi koleksiyonlarda eserleri bulunan sanatçı Çağdaş Türk Resmine önemli katkılarda bulunmuştur.”
Share
Ask a question
Ask a question
HASAN VECİH BEREKETOĞLU (1895-1971)
"Ankara", imzalı, Ahşap üzeri yağlıboya, 33x41 cm
Share
Ask a question
Ask a question
AZİZ RUFAİ (1871-1934)
Nesih yazı ile "Bakara Suresi 6-16.ayetleri" yazılı. 76x57 cm.Hicri 1338/Miladi 1920 tarihli. İmzalı. Not: Yazı kalitesi, ebadı ve muhteşem kondüsyonu ile müzelik bir eserdir.
"Oniki kalemde fevkalade kudrete sahip olan Azîz Rıfâ’î’nin, aynı zamanda seri’ü’l-kalem bir hattat olduğuna, neredeyse tüm İslam coğrafyasına dağılmış durumdaki âsârı delîl olup Cemâleddin Server Revnakoğlu da “rık‘a yazar gibi sür‘atle sülüs, nesih ve ta’lik yazdığını” nakletmektedir. Bilhassa celî sülüsle müsennâ tertîb ve terkîblerle ziyâdesiyle meşgul olan Azîz Rufâ’î, Şevkî Efendi tarzında kendine mahsus bir şive kattığı hüsn-i hattı ile Türk hat san‘atında mümtâz bir mevki elde etmiştir.
Ayrıca tuğra tersîminde de mahâret-i kâmileye hâ’iz olduğu menkûldür. Hatta uzun müddet hânesine devam ederek sülüs ve ta’lik celîlerinde müstefiz olduğu Sâmî Efendi’nin, kendisinden sonra Dîvân-ı Hümâyûn’da tuğrakeşlik vazîfesi için onu tavsiye ve ısrâr ettiği, ancak Bâb-ı Meşihât’taki hizmetinden ayrılmak istemediği için reddettiği hikaye edilmektedir.
Mustafa Râkım Efendi’nin izinden gittiği hat sanatına yüzlerce eser kazandırmış olan Azîz Rıfâ’î’nin iki büyük koleksiyonu Topkapı Sarayı Müzesi’nde ve Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı’nda bulunmaktadır. Ayrıca şeyhinin Unkapanı’ndaki dergâhında hilyesi, Bursa’daki Ulu Cami’de ta’lik ve celî sülüs, Sünbül Efendi Türbesi’nde de ta’lik levhâları vardır.
Ayrıca ilk devresinde “Abdü’l-azîz Eyyubî” imzalı yazılarına ve “Azîz” imzasıyla kaleme aldığı çok sayıda mezartaşı kitabesi rastlanmaktadır. Ka’be-i Mu’azzama’nın H. 1331/M. 1913 senesinde imal olunan kisve-i şerifesinin bazı kısımlarındaki yazılar da ona aittir.
Tezhip sanatında da mahâret sahibi olduğu ve yazılarının bozulmaması ve bir kenara atılmaması için tezhîbini de yaptığı nakledilmektedir. " (Kaynak: İsmail Orman)
Share
Ask a question
Ask a question
HAFIZ HASAN TAHSİN EFENDİ ( 1851-1914)
"Ashabı Kehf ile ilgili şiir". İmzalı. Hicri 1311 tarihli. 34x29 cm
"Sırrı aşkı duydu Yemliha olub lalü hamuş,
Mekselina oldu hem razı mezaya-yı süruş
Bade-yi tevhidi Mislina'ya işrab etdiler
Bi-tekellüf içdi Mernuş-u Debernuş Şazenuş,
Cür'a kalmışdı meğer cam-ı Kefeştetayyuş'dan
Kase-lisi bezm olub Kıtmir"
"Tokat’taki Meydan Cami’nin imâmı Osmân Efendi’nin oğlu olarak H. 1267/M 1851’de orada doğdu. Çocuk yaşta İstanbul’a giderek medreseye girdi. Kayserili Derviş Alî Rızâ Efendi’den Bayezid Cami’ndeki dersinden icâzet aldı. Reisü’l-hattatîn Muhsinzâde Abdullah Bey’den de sülüs ve nesih meşketti. İcazetini aldıktan sonra Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den de istifâde etti.
H. 1286/M. 1869-1870’te Âli Paşa’nın himmetiyle yenilenen Mercan’daki Ya’kub Ağa Cami’ne imâm ve hatib tayin edildi. Kütüphâne-i Umûmî’nin açılışında hâfız-ı kütûblüğe getirildi. Ara ara rüşdi mekteblerde Arapça ve hüsn-i hat muallimliği yaptı. Son zamanlarında sağ tarafına felç geldiyse de, daha sonra iyileşti. Ancak bu kez bunama belirtileri baş gösterdi. Nihayet H. 5 Safer 1332/M. 3 Ocak 1914’de vefât etdi. Eyüp Bahâriyesi’nde medfun bulunan kızının yanına defnedildi."
Share
Ask a question
Ask a question
KERİM ERBİLİ
Sülüs Nesih "Hilye-i Şerif". İmzalı. Hicri 1425 tarihli. 60x40 cm. Tezhib: Esra/Abdullah Oğuzhanoğlu imzalı, H.1428 tarihli.
Share
Ask a question
Ask a question
MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)
Sülüs Fatiha Suresi Karalaması, imzalı, 21x15 cm. Not: Arkasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığından kalem amirince hattata yazılmış bir davetiye bulunmaktadır. Meşhur hattatın sanat değeri yüksek, yazı kalitesi ve kondüsyon bakımından müzelik bir eseridir.
"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”
Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...
Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.
Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."
Share
Ask a question
Ask a question
ABDÜLKADİR ŞÜKRİ EFENDİ (ö.1807)
Celi Sülüs İstif. "Ya Alimen bi-Hali Aleyke İttikali "( Ey Halimi Bilen ( Allah'ım) ! Güvenim Ancak Sanadır) yazılı. İmzalı. 50x62 cm. Not: Ünlü hattatın bilinen çok ender Celi Sülüs yazılarından olması nedeniyle müzelik bir eserdir.
"Ayasofyalı Abdurrahmân Hilmî Efendi’nin tilmizlerinden olan Abdülkadir Şükrî Efendi, daha sonra Abdülkadir Hamdî Efendi’den yeniden sülüs ve nesih meşketmiştir. Hâfız Osman tarzındaki kudreti ile şöhret kazanınca hâcegân rütbesiyle saray-ı hümâyûn kâtiblerinden olmuş, daha sonraları Enderûn-ı Hümâyûn’da hüsn-i hat talimine memur edilmiştir. Bu esnada Sultan 3. Selim'e meşk hocalığı yaptığından eserlerine “hâce-i sultanî” ünvânı ile ketebe koymaya başlayan Abdülkadir Şükrî Efendi, onun emriyle Şehzâde Mustafa'ya da meşk vermiştir. “Hâce-i Sultanî” yanında eserlerine “Kâtibü’s-sarayü’s-sultanî” ve “Hâce-i Enderûn-ı Hümâyûn” ünvânlarıyla ketebe düşmüş olan Abdülkadir Şükrî Efendi H. 1221/M. 1806 senesinde vefât etmişse de, gömüldüğü yer belli değildir."
Share
Ask a question
Ask a question
MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)
Sülüs Nesih Rabbi Yessir Duası ve Müfredat Meşki, imzalı, 34x38 cm, Kazasker Mustafa İzzet Efendi'den Naklen Yazılı. Not: Yazı kalitesi, kondüsyonu ve sanat değeriyle müzelik bir parçadır.
"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”
Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...
Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.
Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."
Share
Ask a question
Ask a question
MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)
Sülüs Nesih Hadis-i Şerif yazılı. Hicri 1367 tarihli. İmzalı. 32x43 cm (Hicri 1362 tarihli Mehmed Nuri Efendi hattından naklen yazılı). Meşhur hattatın sanat değeri yüksek, yazı kalitesi ve kondüsyon bakımından koleksiyonluk bir eseridir.
"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”
Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...
Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.
Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
Prof. ALİ ALPARSLAN(1922-2006)
Celi Talik İstif ile Ayet-i Kerime, imzalı, "Yardım Allah'tandır ve Fetih yakındır", Hicri 1423/Miladi 2003 tarihli, 45x45 cm
"Çevresindeki hemen herkese karşı hoşgörülü ve gönül ehli zarif bir insan olarak tanınmış, kendisinden müstefiz olmak isteyenlere “rızây-ı Bârî” için kapısını her da’im açık tutan çelebi karakterli bir zât idi. Türk Dil Kurumu’nun üyesi olup Kadı Burhaneddin Divanı’ndan Seçmeler, Ahmed Paşa, Şeyh Galip, Türk Hattatları gibi eserleri vardır.
Hüsn-i hatta, Haydarpaşa Lisesi’nde okuduğu esnâda gördüğü Kâmil Akdik’in hayatına dâir kitap ile merak sarmış ve Necmeddîn Okyay’dan ta’lik meşketmeye başlamıştır. 1948’de İmâde’l-hasenî’yi taklîden yazdığı kıt‘a ile icâzetnâme aldıktan sonra, eğitim için gittiği İran’da da , İran üslûbunda ta’lik yazı dersleri almıştı.
İbnülemin’in “oldum demeyip olmağa çalışmasını” tavsiye ettiği Ali Alparslan için Süheyl Ünver’in, “asrımızın Yesârî’si” dediği dahi söylenir. Hâlim Özyazıcı’dan öğrenmiş olduğu dîvânî hattında da zamanın yeganesi idi. Gerek evinde ve gerek Akademi’de bir hayli hattat yetiştiren ve IRCICA’nın düzenlediği hüsn-i hat yarışmalarının değişmez jüri üyesi olan Ali Alparslan’ın vefâfı için İsmail Yakıt şu kıt‘ayı kaleme almıştır:
Edebiyât tarihçisi, hattat Alî Alparslan Hoca,
Çok Esmâ’lar yazıp kıldı ismini bu kubbede bâkî
Çıktı yediler söyle yaz târihini Yakût dediler;
Hatt-ı ta’likle çekdi son nefesinde bir hüve’l-bâkî"
(Kaynak: İsmail Orman)
Share
Ask a question
Ask a question
MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)
Sülüs Nesih Kıta. İmzalı. Hicri 1367 tarihli. 34x42 cm. "Nebi (sav) şöyle buyurdu: Bazı insanlar Allah'ın malına haksız şekilde üşüşüyorlar. Onlar kıyamette ateşe gireceklerdir." Not: Hattatın yazı kalitesi yüksek, mükemmel kondüsyonda ve müzelik bir eseridir.
"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”
Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...
Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.
Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."
Share
Ask a question
Ask a question
MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)
Sülüs Nesih Kıta. İmzalı. 33x40 cm "Hz.Rakım merhumun biraderi İsmail Zühdi yazısından naklen" yazılı. Yazdığı yer olarak "Tepebağ" notunu düşmüştür. "Kendi yerine getirmediğim bir şeyi nasihat olarak söylemekten Allah'a sığınırım." Not: Meşhur hattatın sanat değeri yüksek, yazı kalitesi ve kondüsyon bakımından müzelik bir eseridir.
"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”
Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...
Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.
Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."
Share
Ask a question
Ask a question
MUSTAFA HALİM ÖZYAZICI (1898-1964)
Sülüs Nesih Meşk. İmzalı.44x40 cm. 1302 tarihli Hafız Tahsin Hilmi yazısından naklen yazılı. İlk üç satır Sülüs yazı ile Rabbi Yessir duası ve Elifba Meşki. Nesih satırlar Hz.Ali meşkidir. Meşhur hattatın sanat değeri yüksek, yazı kalitesi ve kondüsyon bakımından koleksiyonluk bir eseridir.
"Biz yazılarına hayranlıkla seyrederken sık sık tekrarladığı bir söz vardı: “Ufak tefek, kara kuru gördün de, beni Karamürsel sepeti mi sandın?”
Hakîkāten öyleydi. Hâline tavrına baksanız ummazdınız. Maddî refâhı çok yerinde olduğu hâlde yiyemezdi, giyemezdi. Yanlızlığın verdiği bir derbederlik içerisindeydi. Bu muydu o “âyetü’n-min-âyetillah” sanatkâr. Ancak yazarken görünce onu Karamürsel sepeti değil, hüsnühat bağından derlenmiş en nâdîde meyvelerle dolu bir hüner sepeti olduğunu anlardınız...
Hüsnühattın her nev’ini sür’atle ve suhûletle yazardı. ‘Kamış kalem’ denilen o nârin güzel, merhûmun ma’rifet dolu parmaklarına râm olmuşdu. Hele celî yazıda böyle sür’ate mâlik bir hattat, “celînin alemdârı Mustafa Râkım da dâhil görülmemişdir!” dersek, mübâlağa sayılmaz. Kubbe yazılarında, kendi boyundan uzun elifleri, lâmları rahatlıkla çekerken onu seyretmek bir zevkdi. Kubbe ve kuşak yazısı olarak en çok eser vermiş hattatımız Hâlim Hoca’dır. Bir sûreyi, verilen ölçüye göre, sıkışıklık yapmadan istif etmek ve istediği yerde bitirmek, ona mahsus ilâhî bir mevhîbedir. Müsveddesi yokdu. Zihninde tefekkür istifi yapar, onu kömür kalemi ile kâğıda öylece istif eder ve celî kalemini alıp hemen yazmağa başlardı.
Ahârlı kâğıda mürekkeple yazdıklarını tashih etmesi de bir ömürdü. İstiflerin arasını dili veya parmağı ile temizlemesine, doğrusu şaşardık. Bu sebeple eski eserleri de aslına uygun bir şekilde tamir eder, tamamlardı."
Share
Ask a question
Ask a question
İSMAİL ZÜHDİ EFENDİ (ö.1806)
Sülüs Levha.İmzalı. 40 x 35. Hicri 1214/ M. 1799 tarihli."Peygamberimizden geriye kalan miras:Mushaf, İki tesbih, tuzluk, iki seccade, değirmen, ayakkabı, hırka,ibrik, asa, gömlek, hasır, üç cübbe ve tarak" yazılı. Not: Yazı kalitesi, içeriği ve nadiriyeti itibariyle müzelik bir eserdir.
"Hüsn-i hatta başlarda daha ziyâde Hâfız Osman çizgisinde ilerlemeyi tercih etmiş olan İsmâ’il Zühdî Efendi, özellikle sülüs ve celî sülüste zamanla kendisine mahsus şîvesini tesis ederek, Osmanlı hat sanatı tarihinde çığır açacak bir vadinin kurucusu olmuştur. Nitekim o vadi, en önemli tilmizi olan Mustafa Râkım Efendi’nin elinde tekemmüle erişmiştir.
Zirâ Mustafa Râkım’ın bir rüya ile ağabeyine maletmeye çalıştığı başarısında, gerçekten de İsmâ‘il Zühdî Efendi’nin payı son derece büyüktür. Sadece onun yetişmesine katkı sağlamış olmakla da yapmamıştır bu işi. Çünkü aklâm-ı sittede ve bilhassa celî sülüste kendine mahsus şivesi ile başlı başına bir ekol haline gelen İsmâ‘il Zühdî Efendi, Hâfız Osman ekolünün zirvesini, zamanında tek başına işgâl etmiş ve Türk hat sanatının tekemmülü içinde en önemli mihenk taşlarından biri haline gelmişti.
Bozuk harf çıkarmayacak derecede kudretli bir ele sahip olan hattatın, kardeşine rüyada ta’lim ettirdiği üslubu, sağlığında da kulağına fısıldamış olması mümkün olabilir mi? Belki kader tecelli etmeyip de ömrü vefâ etse, kardeşine nasip olan mevki’e o hâ’iz olacaktı.
Birçok hilye-i şerîfi, murakka’ı, kıt’aatı ve elvâhı müze ve koleksiyonları süsleyen İsma‘il Zühdî Efendi’nin 40 mushâf-ı şerîf tahrîrine muvaffâk olduğu bilinmekte olup bunlardan ikişer tanesi Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi ile Medîne Kütüphânesi’nde bulunmaktadır. Yine saray kütüphanesinde cüzleri, İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi’nde de Delâ’ilü’l-hayrât’ı ile Amme cüzü vardır ki, cümlesi hatt-ı nesihteki fevkalade mertebesine delâlet etmektedir.
Eyüp’teki Şâh Sultan Türbesi’nin cümle yazıları ve Şânîzâde Atâ’ullah Efendi’nin, babası Mehmed Sâdık Efendi nâmına Ortaköy’de yaptırdığı çeşmenin inşâ kitâbesi ile Eyüp’te Kaşgârî Dergâhı civârında medfun bulunan Hocapaşalı Süleyman Efendi’nin H. 1171/M. 1757 ve Seyyid Abdullah Berrî Efendi’nin H. 1212/M. 1798 tarihli mezartaşı kitabeleri de ona aittir. Bu eserlerde görülen celî yazılar, Râkım öncesinin şüphesiz zirve eserleri arasındadır.( İsmail Orman yazısından alıntıdır.)"
Share
Ask a question
Ask a question
MEHMED SAİD EL-HIFZI
Sülüs Nesih Kıta, Hicri 1239 / Miladi 1823 tarihli , 39x34 cm
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
FERHAD KURLU
Celi Sülüs Beyit , hicri 1422, imzalı, 33x52 cm, "Adli fâruki ile pertev-i feşânısın Yâ Ömer / İlm-i sübhân nâss-ı furkân mahz-ı şânsın Yâ Ömer" Tezhib: Fulya Saatçioğlu imzalı ,2002
Share
Ask a question
Ask a question
Share
Ask a question
Ask a question
YAHYA HİLMİ EFENDİ (1833-1907)
Sülüs Nesih kıta, imzalı, Hicri 1319 / Miladi 1901 tarihli, 33x40 cm.
"Sülüs Oklu Besmele altında: Ömer bin Hattab'a (ra) bir adam gelerek şöyle dedi: Sizin kitabınızda bir ayet var ki o bize inse idi biz o günü bayram ilan ederdik. Hangi ayet diye sordu Hz.Ömer. Adam: Bugün sizin dininizi tamamladım ve sizden din olarak İslam’ı kabul edeceğim ayeti, dedi. Hz.Ömer cevaben: Evet biz o ayetin indiği Arefe gününü bayram günü ve o ayetin indiği Arafat’ı kutsal yer olarak kabul ediyoruz “
"Yeniçeri esnâfından iken, ocağın lağvından sonra Bâyezid’de kâğıdçcılık yapmaya başlayan Ayntablı Dalkılıç Hacı Halîl Ağa’nın oğlu olarak H. 1249/M. 1833'te, ömrü boyunca ikamet edeceği İstanbul’un Süleymaniye semtindeki hânelerinde doğdu. Sıbyân mektebini bitirdikten sonra, henüz 15 yaşında olduğu hâlde Bâb-ı Ser-askerî’de Nizâmiye Jurnâl Kalemi’nin mülâzımlarından oldu. Bu arada Ahmed Hâzım Efendi’nin Bâyezid ve Sultan Ahmed camilerindeki derslerine devam ederek, H. 1281/M. 1864 senesinde icâzet aldı.
1848’de başladığı memuriyette ise senelerce hüsn-i hizmetten sonra H. 1293/M. 1876’da kalemin mümeyyizliğe ve nihâyet müdürlüğe kadar yükselen Yahya Hilmî Efendi, altmış seneye yakın hizmetten sonra 1907’de, görevinin başında iken edây-ı salât ettiği esnâda vücûduna isâbet eden inme nedeniyle görevden çekilmişdi ve aynı senenin 23 Kasım günü vefât etti. Süleymaniye Cami hazîresinde medfûndur.
Tedrîcen sâlise, sâniye ve ûlâ sınıf-ı sânîsi rütbelerini elde etmiş olan Yahya Hilmî Efendi’nin “orta boylu, vücûdu enli, sarıdan mübeddel beyaz sakallı, güzel yüzlü, müttekî, mü’eddeb, mütevazı ve dil-nevâz” bir zât olduğunu, kendisini tanımış olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal nakletmektedir. "
Share
Ask a question
Ask a question